Hava Durumu

Futbolun Dibi

Mahmut Sinan Pala'nın Santra Dergisi'nin Nisan sayısında yer alan makalesi.

Haber Giriş Tarihi: 10.04.2017 09:36
Haber Güncellenme Tarihi: 10.04.2017 09:36
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursasporum.com
Futbolun Dibi

Geçtiğimiz günlerde devletimizin ve futbolumuzun en üst seviyeden temsil edildiği 2. Futbol Zirvesi düzenlendi. Sayın Cumhurbaşkanı’mız, bakanlarımız ve devlet erkânının önemli isimleri de bu büyük organizasyona desteklerini göstermek adına katılım gösterdiler. Bu zirvede çeşitli konular öne çıktılar, futbol konusunda bol bol düşünen birisi olarak Sayın Cumhurbaşkanı’mızın futbola yön verenlere ders niteliğindeki konuşmalarından ben payıma düşen kısımlarını almaya çalıştım. Maalesef, orada özel davetiye ile bulunan futbol yöneticileri ise hiçbir şey anlamaya çaba göstermemiş olacak ki sadece siyasi propaganda yaparak koltuklarını sağlamlaştırmaya çalışmakla yetindiler. Benim için zirveyi, zırvaya çeviren ve her geçen gün batağa daha çok saplanan Türk futbolunun geleceği adına üzücü bir durum oldu. Keşke, yöneticiler de Cumhurbaşkanı’mızın futbola olan özel ilgisini kendi menfaatleri yerine, başkanı oldukları toplum yararına kurulmuş olan spor kulübü derneklerinin amacına uygun bir şekilde, toplum yararına kullanabilmek adına kucaklayıcı adımlar atmak için kullansalar diye bol bol iç geçirdim. Zirvenin en iç açıcı kısmı devletimizin en üst seviyesinden sahiplenici ve altlığı doldurulabilecek konuşmalar yapmış olmasıydı, çünkü Türk futbolu içinde bulunduğu mali ve idari çöküşten, devlet sahip çıkmadan kendini kurtaramayacak gibi gözüküyor.

Devletin en üst seviyeden desteklediği bu konferansın hakiki bir futbol zirvesi olabilmesi için önümüzdeki senelerde alt liglerdeki takımların başkanlarının da katılımlarını ve seslerini duyabilmek yararlı olacaktır, diye düşünüyorum. Siyasi söylemler ve kulüp başkanlarının atışmalarından sonra en çok ses getiren sunum ise UEFA FFP Direktörü Traverso’nun, açılış konuşmalarındaki olumlu havayı dağıtan “acı gerçekler” sunumu oldu. FFP’yi detaylı bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse;

  • Çalışanlara, spor kulüplerine ve kamu kuruluşlarına vadesi geçmiş borç bulunmamalı
  • FFP’nin Denk Hesap prensibine uygunluk
  • Eksi özsermaye ve negatif trend olmamalı
  • Çalışanlarına ödenen ücret toplam gelirlerin %70’ini geçmemeli
  • Net borçlar toplam gelirlerin %100’ünü aşmamalı

Traverso’nun daha sunumunun başlarında, ülke futbolunun mali açıdan negatif yönde olduğunu göstermesi FFP’den daha yolun başında sınıfta kaldığımızı gösterdi. Avrupa’daki 700’den fazla kulübün toplam zararı 2011 yılında 1 milyar 670 milyon Euro iken 5 yıl içerisinde 5’te 1’ine inip 323 milyon Euro olmuş. Ülkemizde ise 2011’de 41 milyon Euro iken, 5 yılda 5 katına çıkarak 204 milyon Euro olmuş durumda.

700’den fazla Avrupa kulübünün toplam 323 milyon Euro borcunun %63’ünü tek başına Spor Toto Süper Lig oluşturuyor.

Traverso’nun açıkladığı verilere göre negatif trendin başlangıcı olan 2011 sezonuna gidelim, Digitürk’ün yayın ihalesini 374 milyon USD’ye aldığı sezon. Kulüplerimiz, o zamana kadar kasalarında görmedikleri paralar, aylık olarak kasalarına girmeye başladı ve plansızlıktan ötürü bu kaynaktan doğru yararlanamadılar. 2011 sezonundaki yüklü para girişi ve düşük USD/TRY kuru sayesinde toparlanan kulüpler, ellerine geçen yüksek rekabet fırsatını günü kurtarmak için kullanıp, uzun vadeli planlama ve yatırımlara yanaşmayınca tepesi taklak yuvarlanmaya başladılar.

Endüstriyel futbolun bizim gibi yetkin personel ve yönetici eksiği olan liglere attığı en büyük kazık, yüksek meblağlı yayın ihaleleri oldu.

Kulüplerimizi yönetenlerin hataları sonucu, her sezon kulüplerimiz Avrupa’dan men, puan silme, kadro kısıtlaması ve transfer yasağı gibi zorlayıcı yaptırımlarla karşı karşıya kalıyorlar. Küme düşürme, iflas gibi sonuçlar ise çok uzakta değiller. Toplam borcun 5’e katlandığı zamanda Süper Lig’de bulunup, şu anda bir alt ligde devam eden ekiplerin, önceki yönetimlerin hataları sebebiyle sadece bu sezon 21 puanı silindi. Tabiri caizse, paraşütsüz düşen kulüplerimiz de mevcut ve bu kulüpler belki de amatör kümeye kadar hızlı bir şekilde düşecekler. Bu noktada tabi ki kaybeden Türk futbolu olacak…

Zarar miktarı grafiğine 2016 verileri eklenirse, göreceğiz ki 2015’te açıklanan yabancı kuralıyla da ekonomik olarak daha da kötüleşmiş olacağız. Son zamanlarda çokça dillendirilen bir konu, Yabancı Kuralı. Maalesef kulüplerimiz, gelen yüklü paraları plansızca yabancı oyunculara harcayınca borç daha da büyüdü. Misal, 2013-2016 arasında oyuncu alım, satımından en çok kar yapan takımlar 17 Milyon Euro ile Kayserispor ve 23 Milyon Euro ile Bursaspor. Fakat, bu iki güzide kulübümüz de son zamanlarda çok ciddi maddi sıkıntılar yaşıyorlar. Devre arasında yönetimi değişene kadar Kayserisporlu oyuncuların maddi sorunları çözülemiyordu ve kesin düşecekler gözüyle bakılıyordu. Devre arasındaki genel kurulda seçilen yönetim, işi bilenlere teslim edince ise 2. Yarının en başarılı ekiplerinden oluverdiler. Bursaspor’da ise yönetim yüklü borcu kapatıp, vadeye yaymak adına aylardır kredi ayarlamaya ve ucuza arsa bulup belediye meclisinde imarını değiştirmeye çalışıyorlar. Bu noktada ise taraftarlar, eski yöneticilere, paraların nerelere harcandığı konusunda ithamlarda bulunmaya başlıyorlar. Bursaspor’da genel kurul, önceki yönetimi ibra etmedi ve mevcut yönetim de konuyu yargıya taşıdı. Hakeza, eski Malatyasporlu yöneticiler de geçtiğimiz yıllarda görevi kötüye kullanmaktan hapis cezası almışlardı. Unutmayalım ki, ülkemizde futbol kulüpleri, topluma yarar sağlama amaçlı derneklerin çatısı altında bulunmaktadır. Bu sebepten ötürü, halka karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Velhasıl, yabancı kuralı konusunda yaşanan sorun kaç yabancının serbest olacağı değil, kaynağın plansız bir şekilde çarçur edilmesi olmuştur.

Traverso, konuştukça ülke futbolunda kamuoyundan gizlenmek istenen felaket mali tablo daha da göz önüne çıkmaya başladı. Finansal Fair Play kurallarına göre %70’i geçmemesi gereken maaş oranı, ligimizde %80 ile başka bir FFP ana maddesinden de sınıfta kalmış olduğumuzu göstermektedir. Bonservisler için ödenen paraları da eklediğimizde bu oran %89’a kadar çıkmaktadır ki, %11’lik bütçeyle operasyonel işlemlerin aksamadan yapılması neredeyse imkânsızdır. İlgili tabloda gözüktüğü üzere sadece almak, tüketmek üzerine kurulmuş bir futbol piyasamız bulunuyor. Traverso’da bunu Avrupa liglerinde bir sezonda kadro başına ortalama en çok oyuncunun alındığı lig olduğumuzu istatistiklerle göstererek ispatladı. Sattığı futbolcularla ün yapan Portekiz ve Hollanda liglerinde, bonservisten sağlanan kar ile oranlarda %36 ve %17 oranında düşüş sağlanıyor. Dillere pelesenk olmuş ama içeriğini hakkında çok az bilgi sahibi olunan, “Porto” ve “Ajax” modellerinin finansal olarak yansımasıdır aslında bu oranlar. Yabancı kuralındaki plansızlıkla yenilen kazıkların da resmi de %80’lik maaş ödeme oranıdır. Tek geliri, yayıncı kuruluştan gelecek para ve TFF’den gelen primler olan kulüplerin ayağını yorganına göre uzatmaması sonucu, gelecek sezonların primleri üzerinden avans çektikleri ve hatta temlik konduğunu gazetelerden okumaktayız. Bir sonraki sezonun geliri de elinden alınan kulüpler, hangi parayla yaptıkları yanlış transferlerin sözleşmelerini fesih edecekler ve hangi parayla yerine oyuncu alacaklar? Türk futbolunu dibe götüren büyük girdaplardan birisi de bu mevzudur. Birçok kulüp, beğenmedikleri oyuncuları alacaklarına karşı fesih edebilmek için yasal sınır olan 3 ay geriden ödeme yapmaktalar. Sezon sonunda ise sezon sonu primleri ve 3 aylık alacağına karşı sözleşmelerini fesih etmeye çalışıyorlar. Burada tek karlı çıkan ise her gittiği kulüpte 3’er yıllık sözleşme imzalatıp, 1 sene de fesih ettirip 3 senelik sözleşme üzerinden %5-%15 arasında komisyon alan menajerler oluyor. Traverso, 13 adet kulübün zarar ettiğini ve bu durumdaki ligin kar durumuna geçmesinin imkânsız olduğunu anlatarak ise bu işleyişle devam edersek sonumuzun vahim olduğunu özetlemiş oldu.

Halen daha içiniz kararmadıysa, hala bir kurtuluş var diye umudunuz var ise Traverso, altın vuruş ile onu da bitirdi. Futbol kulüplerimiz, ellerindeki bütün oyuncuları, arsaları, evleri, stadları, arabaları, antrenman malzemelerini; ellerinde ne var ne yoksa, her şeylerini satsalar 204 milyon Euro borcun sadece %55’ini kapatabiliyorlar. Bu özelliğimizle varlıklarının toplamı, borcundan fazla olan Avrupa’daki tek lige sahibiz. Özetle, ligimizi başka ülkeye devretmek istesek üstüne para vermemiz gerekiyor: alın size marka değeri. Ekonomisi yerle yeksan olmuş, oyun kalitesi düşük, taraftar ortalamasının bazı 2. Liglerin yarısı bile olmayan “Süper” ligimize ise 500 milyon USD’ye alıcı bulan devletimize ne kadar teşekkür etsek azdır. Eğer bu 500 milyon olmasaydı, Türkiye’de futbol biterdi. Keşke, devletin verdiği önemi kulüp yöneticileri de göstermiş olsaydılar.

Devletin, futbol kulüplerine desteği yayın ihalesiyle de bitmedi. Bu sezon birçok kulübün vergi borçları %90’lara varan oranlarda silindi ve geri kalan kısımları da uzun vadeli olarak yapılandırıldı. Kurnaz kulüplerimiz ise bu indirimi, borçlar arasında farkı, gelir olarak gösterdiler. Bu kadar yardıma ve kurnazlığa rağmen hala 13 kulübümüz borç batağındalar.

Bu kadar kötü haberin üzerine tuz, biber olacak daha kötü haber olarak ise Traverso ekledi, gelir seviyesi çok daha aşağılarda olan Hollanda, Belçika gibi ligler bile bizden daha fazla altyapı yatırımı yapıyorlarmış. Son zamanlarda yetiştiricilikleriyle öne çıkan Belçika 2.4 milyon ile bizden az bir miktar daha fazla harcama yapmış. En yüksek harcamayı ise Elite Player Performance Plan ile ciddi bir altyapı yapılanmasına giden İngiltere, 8.6 milyon Euro ile yapmış gözüküyor. Ekonomik geliri olamayan, her şeyini satsa bile borçlarını kapatamayan Türk futbolunda tek çıkış yolu altyapı iken ona bile harcama yapmıyoruz, çünkü önümüzdeki hafta maçı kazanmamız gerekiyor ki taraftar “Yönetim istifa” diye bağırmasın.

Bu kadar karamsar tablonun üzerine, bu durumların zamanla düzeleceği konusunda umut veren 2 nokta var. En önemlisi, devletin en üst seviyeden futbolu sahiplenmesi ve destek vermesi, diğeri ise TFF’deki Fatih Terim faktörü. Fatih Terim, son 2-3 senede ciddi bir değişime uğradı. Egosu hala yerinde sapasağlam duruyor ama teknolojiye verdiği önem ve yabancı kuralıyla alakalı yaptığı konuşmalar, bazı yanlışlıkların düzeltilmesi konusunda adımlar atabileceğinin sinyalini verdi.

Futbolumuzun dibini, Futbol Zirvesi’nde gördük. Tyler Durden der ki; “Dibi görmeden, özgür olamazsın.” Dibi görmemizin olası çıktılarından birisi de futbolu artık işi bilenlere ve profesyonellere devretme trendinin başlamış olması…

Kaynak: Santra Dergi – Nisan 2017

Kaynak: www.msinanpala.com

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.